21 Aralık 2009 Pazartesi

ASIL KÜRESEL DAYANIŞMA

Gerçek sanatseverler biliyordur, bu ara İstanbul’da geniş boyutlu bir belgesel film şenliği sürüyor: 1001 Belgesel Film Festivali.
Bu şenlikte, Küba belgeselleri de yer alıyor; filmleri gösterilenler yönetmenlerden Rigoberto Lopez Pego İstanbul’da; Karaköy’deki eski tarihi Sümerbank yapısında, Kadıköy’deki Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde gerçekleştirdiği söyleşilerin ardından, İstanbul José Marti Küba Dostluk Derneği’ne konuk geldi, derneğin çalışkan yöneticisi sevgili Oğuz Kavala’nın girişimiyle. Belgesel Film Şenliği’ni yürütenlerden, aynı zamanda Denek üyesi Mustafa Temiztaş’ın katkılarıyla, önce şimdiye dek çektiği filmlerin en çarpıcılarından, Afrika’daki korkunç açlık sırasında gözleyip saptadıklarını yansıtan filmden kısa bir bölümü izledikten sonra, Yiğit Günay’ın çevirisiyle söyleşiye geçildi.
Rigoberto Lopez Pego, Havana Üniversitesi’nde siyaset bilimi okumuş; sonra gazeteciliğe başlamış; ilk kez Fidel Castro, çok çarpıcı bir tanımla, “Afrika’ya borcunu ödemek üzere” bağımsızlık savaşı veren Angola’ya uçaklar dolusu gönüllü asker yolladığı zaman gitmiş Afrika’ya, ve ülkelerinde almakta oldukları alçakgönüllü aylığın dışında kimseden tek kuruş yardım görmeyen, her uğraştan uluslararası dayanışma savaşçılarını; sıradan kahramanlıklarını; yüzlerce yıllık sömürgeci sülükleri de, her türlü doğal zorluk ve engeli de yenmelerini unutulmaz bir filmle, “Kızıl Toprak” ile insan kardeşlerine armağan etmiş.
Aslında gerçek sevdası şiir; 15 yaşında, Nâzım Hikmet’in şiirlerini ezberi bilir, genç kızların gönlünü çelmek için okurmuş; kendisi de şiir yazıyor elbet. Benim gibi bir ozanın belgesel sinemayla ne ilgisi olabilirdi, diye sordu olanca sevimliğiyle.
İlgisi şu: tıpkı geçende başka bir yazıda değindiğim Küba balesinin yöneticisini daha Havana’ya gelişlerinden birkaç gün sonra görmeye gelişi gibi, Fidel Castro ve yoldaşları, gerçek Devrim’in bir yıkma işi olmadığını, tam tersine yeni bir yapı kurma; binlerce yıllık ataerkil zorbalıktan, üç yüzyıllık anamalcı saçmalıktan sonra, gerçek uygarlık yolunu açma; yalnızca bilime dayanan eğitimle yepyeni kuşaklar yetiştirme sorunu olduğunu çok iyi bilmeleri ve bunun gereğini, hem de en aykırı, en güç koşullarda, belki karınları doyurmaktan bile önce yerine getirmeleri.
Böyle olunca, ozan ruhlu bir gazeteciye, günün birinde Angola’ya gitme; oradaki insanlık savaşını insan kardeşlerine asıl nitelikleriyle anlatma çağrısı kendiliğinden geliveriyor. Üstelik savaş haberciliği, yaşananları belgesel filme geçirme işi, özü gereği, önce o savaşa katılmayı, canlı kalmayı başarmayı gerektiriyor.
Angola’ya giderken, lise döneminde katıldığım zorunlu askerlik eğitimi dışında, doğru dürüst silah tutmayı da, ateş etmeyi de bilmiyordum, dedi bütün Kübalılar gibi başta kendisi, her şeyle ince ince, saygılıca dalga geçmeyi bilen Rigoberto.
Çarpışmalar sırasında, aranızda madalya kazanmış bir kahraman var mı, diye sormuş, 18 yaşlarında bir oğlanı göstermişler. Kahramanlık madalyasını nasıl kazandığını, en sıradan günlük olayı anlatır gibi aktarmış delikanlı:pusuya düşürüldük, komutanımız vuruldu, yardımcısı da öyle, o zaman iş başa düştü, birliğimi vuruşa vuruşa o cehennemden kurtardım.
Peki, yaşarken en çok istediğin şey ne? sorusuna genç kahramanın yanıtı: Dilerim sevgilim beni aldatmaz!
Angola’dan dönerlerken uçakta bu kahramana, seninle birlikte evine gelebilir, karşılanışını filme alabilir miyim, diye soruyor; yanıt elbette olumlu; gidiyorlar o alçakgönüllü eve; karşılanışın çeşitli sahneleri; sıra anayla oğlun karşılaşıp kucaklaşmasına gelince, görüntü yönetmenine dur diyor Rigoberto, “bundan sonrası aktöreye sığmayacaktı, çok özeldi”.
Küba gibi 11 milyoncuk bir ulusun, 50 yıldır, anamalcı kürenin büyük zorbası, 200 milyonluk ABD’ye nasıl kafa tuttuğunu, amansız acımasız kuşatmaya karşın nasıl ayakta kalabildiğini, üstüne yaşamın ve bilimin her alanında nasıl bütün insan kardeşlerine örnek olacak başarıları sürdürdüğünü anlayabilmek için sevgili ozan Rigoberto Lopez Pego’ya bakmak; anlattıklarını dinlemek; filmlerini izlemek yeter.
Bu yönde başka bir kanıt da, Cumhuriyet’ten geldi hemen ertesi gün: Havana’da insan haklarının çiğnendiğini öne sürerek yürümeye kalkan yaklaşık 30 kişilik kümenin çevresinde bitivermiş yörede yaşayanlar; üstelik itiş kakış, bağırıp çağırma, hakaret falan yok; yalnızca bağırmışlar: “Haberiniz yok mu, sokaklar Fidel’indir!”
Dünyamızın dört bir yanındaki yurttaşlar bu bilince, bu düzeye kavuşturulduğu gün, Havana köşelerinden birini süsleyen Sarı Saçlı Mavi Gözlü’nün yontusundaki özdeyiş egemen olacak: Yurtta Barış, Dünyada Barış.

Ulus Gazetesi,21 Aralık 2009.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder