13 Temmuz 2009 Pazartesi

KENTi KÖYE BAĞLAMAK

Sevgili Kenan Demirkol’u bu dergi için kutladığımda: “Amacım, köyle kenti birbirine bağlamak abi”, dedi. Doğrusu, bundan yalın, bundan gerekli ve yararlı bir amacımız olamaz. Akıl için yol bir derler ya, ben de yıllardır, çektiğimiz acıların, binlerce yıl öncesine dayanan köy uygarlığını, kasabadan geçip kente bağlayamamak olduğunu düşünürüm hep.
Şimdi gelin bu sözü birlikte açalım.
Biliyorsunuz, ağaçlardan inip meyvelerle, avladığımız öbür canlılarla beslenmenin yanına bire bin veren tahılı, tarımı katışımız kadınlarımız aracılığıyla bağladığında oradan oraya koşmayı, göçebeliği de bırakmış, küçük birimlere, köylere yerleşmişiz. Ve o dönemde henüz erkeğin kaba güce dayalı buyurgan egemenliği de bilinmiyor henüz; onun yerine yumuşacık, evrenin yapısına uygun anaerkil düzen var.
Derken erkek, döllemedeki işlevini algılayıp ayrımına varıyor, yavaş yavaş hem kadınlar, hem çocuklar üzerinde baskıya dayalı egemenlik kurmaya girişiyor. Ama bu değişim de henüz insanı doğaya saygıdan, kendisi dışındaki öbür bileşenleri koruyup kollamaktan uzaklaştırmıyor – bunun için barbar Avrupalıların gelip köklerini kazımaya giriştikleri 18. Yüzyıl ortalarında Küzey ve Güney Amerika’da yaşayan Kızılderilileri anımsayın.
Asıl büyük kopma ve yozlaşma, buharın ve onunla çalışan makinenin bulunuşuyla oluyor; o zaman zavallı çelimsiz insanoğlu, SEVİP SEVİNİP SEVİNDİRME’kle kolayca elde edeceği doyumun yerine, sanal bir erkin ardında koşmaya başlıyor, söylencedeki Zeus’luğa özeniyor, istediği an her şeyi yok edip yeniden yaratabileceğine inanmaya başlıyor, daha da kötüsü inanmayanları zorla inandırmaya girişiyor.
Bu öldürücü yanılsamanın temel araçlarından biri, biliyorsunuz para, öbürü de araba; birincisiyle iyiyi güzeli özlemek doğal hakları olan, ama kimi kurnaz açgözlü benzerleri tarafından yoksul ve yoksun bırakılmış insanları kolayca kandırabiliyor, satın alabiliyor, ve evrenin yapısına, mantığına aykırı işler yaptırabiliyor, benim deyişimle onu küresel harikiri’ye razı edebiliyor ya da zorlayabiliyor.
İkinci oyuncak, araba da para kadar tehlikeli: amipten bize dek uzanan, vazgeçilmez biçimde birbirine bağlı ve bağımlı halkları unutmamıza, bencilliğin doruğuna savrulmamıza yol açıyor: ömrü sınırlı, çevreyi kirleten, temel kaynaklarımıza onarılmaz zararlar veren, şimdilerde birbirimizi milyonlarla öldürmemize yol açan petrole tutsak oluşunun ötesinde, asıl önemlisi toplumsal dayanışmayı, imeceyi kökünden yok ediyor.
Zaman zaman bilgisayara iletiler geliyor: Avrupa yavaş kentler arayışına, uygulamasına geçiyor, diye. Boş, kandırmaca elbet. Öyle bir iki kentte arabaların sokaklarda dolaşmasını önlemekle, insanların eskisi gibi yayan dolaşmasını sağlamakla çözülür mü şu korkunç gidiş?
Temel sorun, asıl hastalık anamalcılık dediğimiz şeyin kendisidir: para için, parayla para kazanmak için yaşamaktır; insanın biricik ömrünü bu uğurda harcamak, harcatmaktır.
Çeşitli uluslardan bir avuç deli, dünyanın bütün parasına el koymuş, ellerindeki sesli, görsel, yazılı iletişim araçlarıyla hem karınlarını, hem beyinlerini aç bıraktığı milyarları korkutup sindirerek şu güzelim mavi gezegeni korkunç bir hızla yok oluşa sürüklüyor.
Oysa çözüm var, olası.
Çok sevip saydığım bir Fransız düşünür-yazarı, Henri Laborit, insan davranışlarının kökenini araştırdığı son yapıtında: “uygarlığı yeniden tanımlama zamanı geldi”, diyordu. Belli ki yaşarken Küba’ya gitme fırsatını bulamamış, bu tanımlama orada yapılmış Fidel Castro önderliğindeki güzelim Küba halkı tarafından: insan emeğiyle yaratılan değerlerin çarçuru, talanı önlenmiş; hepsi yeniden topluma, ülke düzeninin ayakta tutulmasına yatırılıyor. Hem de kör ABD’nin, öbür anamalcı katillerle birlikte, yaklaşık 50 yıldır uyguladığı amansız, acımasız kuşatmaya, boğma girişimlerine eklenen her yıl en az bir tanesi, kimi zaman üçü tepelerine binen kasırgalara karşın.
Zorunlu olarak arabadan vazgeçince, eldeki özel taşıtları da ulaşımda insanlarla paylaşmaya, yolda bekleyenleri alıp yerlerine götürmeye razı edince, toplum yaşamında en küçük bir gerilim kalmamış; kimi zaman belki saatlerce bekliyorlar yollarda – bundan bütün dünyanın utanması gerekir aslında – ama yüzlerde en küçük bir öfke, şiddet belirtisi yok.
Buna karşılık, sağlığı, eğitimi, en tepedeki dağ köyüne, bırakın köyü, tek eve götürmüşler; o tek evde tek öğrenci varsa, başına bir öğretmen geliyor, evin çatısında güneş biriktireçleri var; elde edilen elektrikle bilgisayar çalışıyor; öğretmen gönderilmiş cd’lerle dersleri o biricik öğrenciye başkent Havana’dakilerle aynı anda, aynı hızda gösterip öğretebiliyor.
Atlı, bisikletli ya da yaya bir kız ya da erkek hekim, yanında gerekli bütün ilaç ve donanımla, her ay bütün evlere uğruyor; verilen bilgi ve sağaltım yetmiyorsa, en yakın sağlık kuruluşunda sıradan bir çiftçi Fidel’inkilerle tamı tamına eşit koşullarda, parasız olarak bakılıp iyileştiriliyor.
Televizyon kanalları, gazete, kitaplar, Fidel’in bildiklerini, hiç kesip saklamadan, köylü kentli bütün yurttaşlara ulaştırıyor. Dolayısıyla dünyamızın başına bela olmuş vebalılar ne yapıyor, ne diyor bütün yurttaşlar anında duyup öğreniyor; o yüzden, ille çıkıp şimdi zorunlu emekli Fidel’ in konuşması gerekmiyor olup biteni anmaları için.
Küba’nın nüfusu 11 milyon; geçen yıl, tam 7 milyon kitap basılmış. Üstelik öyle fasa fiso, masal, fal, Herry Potter falan değil, adam gibi kitaplar.
Demek ki köy kente bağlanmış; daha doğrusu hepsi birbirine benzer, özdeş kılınmış. Aynı olanaklarla donatılmış.
Ve bunu yaparken, her alanda olduğu gibi, benzersiz Mustafa Kemâl Atatürk’ün yolunu benimsemiş, eğitimle üretimi atbaşı götüren, bizim Köy Enstitüleri’ndeki öğretimi benimsemişler. 50 yılda, hiçbir silahın, hiçbir donanmanın, hiçbir ordunun yenemeyeceği çelik gibi 4 kuşak yetiştirmişler.
Şimdi insanlığın önünde tek bir seçenek var: ya Küba’daki gerçek uygarlığa dört elle sarılmak, ya da yeniden bulutumsu olup evrene karışmak.

Ulus Gazetesi, 13 Temmuz 2009

6 Temmuz 2009 Pazartesi

ŞIMARIK DÜNYADA TUTUMLU SORUMLU YAŞAMAK

Prensa Latina’nın haberine göre, Küba bu yıl ortalığı kasıp kavuran küresel para bunalımına; geçen yaz adanın altını üstüne getiren, bütün altyapıyı yerle bir eden üç korkunç kasırgaya , ayrıca yaz aylarında şimdi artık başlıca gelir kaynağı olan turizmde enerji tüketiminin büyük ölçüde artmasına karşın, hiçbir elektrik kesintisi yapmadan, tam 18 000 ton enerji arttırmış.
Bu, her anlamda, bugünden başlayarak ileriki yıllarda nasıl yaşamamız gerektiğine canlı, somut bir örnektir. Şımarık anamalcılığın yoksulluğun en dayanılmazına mahkûm ettiği milyarları yine de elindeki bütün büyülü araçlarla tüketime, daha çok tüketime zorladığı; aslında kesinlikle sınırlı doğal kaynakların sorumsuzca, çılgınca çarçur edildiği; üstüne tüy dikmek üzere, o bilgisiz, aç açık milyarları yoksun bıraktıklarının acısını unutsunlar diye sürekli çiftleşmeye; korunmayı ya da önlem almayı bilemedikleri, kimse yardım etmediği için, her sevişmenin ardından tavşanlar gibi üremeye kışkırttığı şu akıl, mantıkdışı, amansız, acımasız dünyada bir damla suyun, bir avuç yeşilin, bir solukluk oksijenin, bir lokma besinin bilenen bilinmeyen bütün değerli taşlardan daha büyük özenle korunması gerekirken, küresel harakiriden kese dolduranlar, bıkıp usanmadan ‘sakın korkmayın, bunalım geçicidir, yarın, çok çok öbür gün izi bile kalmayacak” diyerek milyarları gaz odasında öldürmekten daha acılı sonlara hazırlamaktalar
Küba, 50 yıllık görülmemiş kuşatmaya, bin bir boğma girişimine karşın, başka bir yaşama, hem de mutlu yaşama yolunun bulunduğunu kanıtlıyor sürekli: er geç tükenecek petrolün yerine rüzgâr, güneş, yer altı kaynar suyu kullanmayı bilerek, bilimsel yöntemlerle yaygınlaştırıyor. Ayrıca, az tüketen lambaları kendi eliyle, gönüllü öğrencilere, bütün evlere taktırıyor. Yetmiyor, ocakta da daha az enerji harcansın diye, yine her yuvaya birer düdüklü tencere sağlıyor; böylece yemekler hem daha az enerji harcayarak, hem daha sağlıklı pişiriliyor.
Gerek memeli hayvanlardan, gerek birim toprak alanlarından daha çok süt, tahıl, meyve elde edebilmek üzere, hiçbir hormonu araya sokmadan, doğal yöntemler, doğal gübreler kullanıyor.
Anamalcı küredeki bütün ülkeler yığınları eğitimsiz, bilgisiz, bilinçsiz bırakmaya, böylece sömürüldüklerini onlardan daha kolay gizlemeye uğraşırken, Küba’da yediden yetmişe, sivilden askere, aklınıza gelen her alanda, her yaşta yurttaşlar sürekli yeni eğitimlerle besleniyor. Fidel Castro, üniversite bitirmiş traktör sürücüsü yetiştirmekle övünüyordu bir konuşmasında.
20. Yüzyıl’ın, inanılmaz bir başarısızlığa uğrayarak insanlığın binlerce yıllık umudunu paramparça eden çatıkkaşlı toplumcularının yerine, Kaba’da her şey yukarıda değindiğim sürekli eğitmeye, bilgilendirmeye; ondan sonra, sağlık, eğitim, barınma, beslenme, çalışma alanlarında en küçük bir korku taşımayan yurttaşları yaşamın her ânında, her alanda akılyürütemeye, tartışmaya, çözüm üretmeye hazırlıyor. Ve bütün bunları bitmez tükenmez bir şenlik havasında, imece sarhoşluğunda gerçekleştiriyor. Sözün gerçek anlamında doyumlu, mutlu bu insanlar, öğretmen ya da hekim olarak, kendilerine seslenen bütün dünya insanlarının yardımına koşuyor; gönüllü öğretmenlik yapıp okuma yazma öğretiyor; yüzlerce yıldır hekim ilâç görmemiş yığınlara bilimsel sağlık dağıtıyor. Özgürlük, bağımsızlık isteyen; anamalcı talanın pençesinden sıyrılmaya çalışan insan kardeşlerine, çok pahalıya patlayan hastalıklara yakalanmadan yaşayabilmeleri için, gerçek, ucuz aşılar koşturuyor; dileyene bunların yapımı gösteriyor, üretimlik açmalarına yardım ediyor.
Buna karşılık, en parlak sözlerle, en kandırıcı anlatımlarla dünyanın dört bir yanına saçılan öbür dünya satıcılarını; cambaza baktırırken, yalnız paramızı malımızı değil, canımızı da çalıp çöpe atan iblisleri getirin gözünüzün önüne, hem de her dinden.
Kıyaslama yapıp tarttığınızda, bu yaşatıcı yolu seçenlerin 6 milyarı aşkın öbür kesimin karşısında okyanustaki damla gibi kaldığını görürsünüz; ama iki şeye gücenin, derim: bizi yılan yerine koyup oynatanların bütün barutları tükendi; sağlıklı, sevinçli yaşama tohumuysa dipdiri; binlerce yıldır kirletilmiş topraklarda bile yeşerebilir.
Ulus Gazetesi, 6 Temmuz 2009